Sansürün tarihsel yolculuğu
Aytekin Karma
“Sansür” kelimesi etimolojik olarak Latince “censeo” ya da “censere” kelimesinden türemiştir ve “yargılamak, belirlemek ya da değerlendirmek” anlamına karşılık gelir. Sansür, otoritelerin baskı ve zor gücüyle uyguladıkları bir yöntem olduğu için tarihsel olarak otoritelerin bulundukları hemen her zaman ve hemen her toplulukta bir biçimde görünür.
Yazar, insan hakları avukatı ve gazeteci Eric Berkowitz’in kaleme aldığı ‘Tehlikeli Fikirler: Antikçağdan Sahte Habere Batı’da Sansürün Kısa Tarihi’ adlı kitap, tam da bu meseleyi incelemektedir. Berkowitz bu kitabında sansürü tarihsel örneklerle tartışıp günümüze kadar gelir. Biz de böylece hem yasakçı zihniyetin hem de düşünceleri yüzünden baskı altına alınan insanların dünden bugüne olan yolculuklarını görürüz.
‘Tehlikeli Fikirler’, geçtiğimiz günlerde Minotor Kitap etiketiyle raflardaki yerini aldı. Kitabı çeviren isimse Duygu Akın.
‘DEHAYA ZULMETMEK ONUN ETKİSİNİ ARTTIRIR’
Susturmak, en az konuşmak kadar eskidir. Özellikle ilkel dönemde kelimelerin, şimdikinden daha etkili olduğu kabul ediliyordu. İlkel dönemdeki insanın keskin bir soyut-somut ayrımı bulunmadığından büyüler, ayinler vb. ritüeller için kullanılan kelimeler, büyük felaketlere sebep olacak denli gerçek kabul ediliyordu. Ne var ki çağlar ve toplumsal koşullar değişse de, kelimenin gücü, konuşmanın gücü aynı “tehlikeyle” hayatına devam etti. (Günümüzde bile, hem muhafazakar hem de demokrat kesim tarafından yasaklanan kelimelerin, tabirlerin bulunduğu ve karşılıklı olarak sansürlenmesi talep edilen nice durum, olay ve söylem olduğu hepimizin malumu.)
Berkowitz’in verdiği şu çarpıcı örnekle başlayalım: Çin’in “ilk imparatoru” unvanını taşıyan Çin Şi Huang (MÖ 259-210), merkezi otoriteyi kurduktan sonra halkın düşüncelerini bile tahakküm altına almak ve otoritesini her yere yaymak için Konfüçyusçu bilginlere ve onların öğretilerine neredeyse savaş açar. Konfüçyusçu bilginleri öldürttüğü, alimleri diri diri gömdürdüğü yetmezmiş gibi, ipek kumaşlara, bambulara, tahta tabletlere yazılan şiirleri, bilgelik sözlerini, tarihi ve felsefi metinleri yaktırır. Halkın bunlardan herhangi birine sahip olmasını kesinkes yasaklar ama bunların birer kopyasını kendi sarayında muhafaza eder.
Çin Şi Huang bu sayede gücünü herkese gösterdiğini, hakimiyetini yedi düvele yaydığını düşünür ama işin aslı öyle değildir. Zira böyle yaparak aslında bilginin ne denli önemli ve kuvvetli olduğunu herkese göstermiş olur.
Antik Yunan’da, “Her şeyin ölçüsü insandır,” aforizmasıyla bilinen sofist filozof ve retorikçi Protagoras ise dine saygısızlıktan ötürü yargılanır ve kitapları bir meydanda yakılır. Bilindiği kadarıyla ilk kitap yakma eylemi budur. Protagoras ise bir rivayete göre sürülür, bir rivayete göre kaçar ama her iki koşulda da ölümü bir deniz kazasında gerçekleşir.
Roma döneminde de “tehlikeli” görülen eserlere ve kişilere de benzer bir sansür uygulandığını görürüz. Roma’nın ünlü tarihçilerinden Tacitus şöyle der:
“Bugünkü despotizmin, gelecek neslin hatıralarını gerçekten yok edeceğine inananların ahmaklığına gülmemek elde değil. Dehaya zulmetmek, bilakis, onun etkisini arttırır. Yabancı devletlerin tiranları ve onların zulmünü örnek alanların tamamı, kendilerine kötü şöhret, mağdurlarınaysa şan ve şeref kazandırmaktan öteye gidememişlerdir.”
PEKİ YA HALKIN UYGULADIĞI SANSÜR?
Ortaçağ’da kilisenin sansürü, 19. yüzyılda monarşilerin sansürü, 20. yüzyılda totaliter devletlerin sansürü… Listeyi her dönemde pek çok örnekle çoğaltmak mümkün. Ancak Berkowitz eskiyi anlattığı kadar günümüzü de anlatır. Üstelik günümüzü işlerken sadece Kim Jong-Un, Putin, Trump, Erdoğan gibi isimlerden bahsetmez. Yani sansürü sadece yukarıdan aşağıya inen bir şey olarak açıklamaz. Aynı zamanda aşağıdan yukarıya ya da halkın kendi kendisine uyguladığı sansürü de işin içine ekler.
Peki ne demektir bu ve nasıl olur?
Cevap basit: Sosyal medya sayesinde.
Sosyal medya, halka benzeri görülmemiş bir güç verdi. Elbette önceki çağlarda halk örgütlenip belli başlı şeyler konusunda yetkililere geri adım attırmıştır ama bu kadar kolay şekilde ve kısa sürede örgütlenip, bu kadar etkili sonuç almak daha önce benzeri görülmüş bir şey değildir. Halk bu gücü zaman zaman yargıyı baskılamak, zaman zaman yasaları ve yasa koyucuları baskılamak için kullanır. Dediğini yaptırdığı da vakidir. Berkowitz bunu da sansürün bir çeşidi olarak yorumlar.
Beri yandan Berkowitz sansürün, genelde sağ-muhafazakar bir kesim tarafından savunulup günbegün yeniden üretildiğini ama artık aynı yöntemin sol-muhalif kesim tarafından da kullanıldığını söyler. Bu meseleler genelde ayrımcılık, kadın hakları, LGBTİQ hareketi, doğa hareketi gibi konularla ilişkili olsa da sansür, sansürdür der. Daha yerel bir örnek olması hasebiyle, geçtiğimiz yıllarda stand-up’çılara karşı başlatılan linç kampanyasını hatırlayabiliriz. “Her şeyin mizahı olmaz!” düsturuyla sallanan kılıçlar birkaç kelle aldı almasına ama sonuç ne oldu? O videolar daha çok ilgi çekti ve genel olarak stand-up, daha çok insan tarafından izlenmeye başlandı.
Böylece başta söylediğimiz yere geri döneriz: Yasaklanmak istenen, sansürlenen kişi, düşünce, olay vb. daha çok dikkat çeker ve aksi gibi daha çok yayılır. Sansür, bir yok edici olmaktan ziyade, kutsiyet atfeden, içten içe direnişe sebep olan bir hınç yaratır. Nâzım Hikmet’in ve Ahmet Kaya’nın yasaklansa bile her zaman daha çok okunup dinlenmesi ve bir direniş sembolüne dönüşmesi bir başka örnek olarak verilebilir.
Ancak sosyal medya linçi ve sansürünün tüm bunlara rağmen yine de masum olduğunu söyleyemeyiz. Zira sosyal medya bot hesaplar, site algoritması vb. şeyler sebebiyle manipülasyona açıktır. Dolayısıyla insanlar kısa sürede bir yerlere yönlendirilebilir, kapıldığı linçin gücüyle zaman zaman kandırıldığını anlamayabilir. Tahmin edileceği gibi bu da “satın alınabilir” bir şeydir.
Berkowitz’e göre sansür, her halükarda bir zayıflık göstergesidir. Otoriteler, bir şeyi sansürlemeye çalıştıklarında aslında şunu demek isterler: Biz doğrusunu biliyoruz, siz de bunu kabul edeceksiniz… Bu kibir özellikle matbaanın icadından önce daha ayan beyan şekilde gözlenebilir. Matbaanın icadından sonra ve özellikle de günümüz teknolojisindeyse -basılı, görsel vb.- bir şeyi sansürleyip ortadan kaldırmak mümkün değildir. O şey mutlaka ama mutlaka kendini “gizleyecek” bir yer bulur. Baskılandıkça popülerleşir ve “gizlendiği” alanı çoğaltmaya başlar. Örneğin Çin’in özgür basına dair katı tutumu, Sınır Tanımayan Gazeteciler tarafından trajikomik şekilde aşılmıştır. Gazeteciler haberleri pop şarkısı haline getirilip Spotify listelerinden ya da çevrimiçi bir oyun olan Minecraft üzerinden insanlara ulaştırmışlardır.
Son kertede Berkowitz, sansür mantığının da, sansürcülerin de, sansürlenenlerin de zihniyetinde tarihsel olarak büyük bir fark olmadığı söyler. Sadece, günümüz teknolojisinde halkın iletişim hakkı daha da genişlediği ve otoritelerin “tehlikeli” şeyleri yasaklamakla bir yere varamayacaklarını anladıkları için manipülasyona daha çok meylettiklerini söyleyebiliriz.